Teslim olmayanlar



ELİF EKİNCİ


Radikal 2 / 19/12/2010
Genç yönetmen Emre Yalgın'ın bu hafta vizyona çıkan ilk uzun metraj filmi 'Teslimiyet', Türkiye'nin ana kadrosunda transseksüel oyuncuların başrol oynadığı ilk film
Bu yıl 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde izleme fırsatı bulduğumuz ‘Teslimiyet’ bu hafta vizyonda. Aynı evde yaşayan dört transseksüelin hayatını, medyanın yansıttığı trans birey imajını kıracak şekilde, son derece gerçekçi ve samimi bir şekilde anlatıyor ‘Teslimiyet’. Toplumun ötekileştirdiklerine içeriden bir bakış sunuyor. Başrollerinde Görkem Kanbolat Arslan, Didem Soyku, Ayta Sözeri, Seyhan Arman ve Buse Kılıçkaya’nın oynadığı film, Türkiye’nin, ana kadrosunda trans oyuncuların rol aldığı ilk filmi. ‘Teslimiyet’in oyuncularıyla buluştuk, biraz filmin hikayesini, biraz da kendi hikayelerini konuştuk.

‘Teslimiyet’e dahil oluş hikayenizi ve canlandırdığınız karakterleri dinleyelim önce sizden. 
 
Seyhan Arman: Filmin senaristlerinden Zeynep Özcan’la önceden tanışıyorduk. Bir gün filmin yapımcısı ve yönetmenimiz Emre Yalgın, benim çalıştığım tiyatroya geldiler, konuştuk, benim çok hoşuma gitti senaryo. İlk görüşmede Hayat rolünün bana uygun olabileceğini düşünmüştüm zaten, öyle de oldu. Filmde Hayat, seks işçiliği yapan dört kadının yaşadığı bir evin annesi, o evin kurucusu. Herkesten eski, yaş olarak da büyük, trans geçişini de hepsinden önce tamamlamış. Aslında çok duygusal ama o duygusallığını çok fazla gösteremeyen, savunma mekanizması hep işleyen bir karakter.

Canlandırdığınız karakterlerle kendiniz arasında paralellik kurduğunuz noktalar oldu mu? 

 
Arman: Ben de Hayat gibi, hayata karşı gardını almış biriyim galiba. O yüzden çok seviyorum Hayat karakterini. Kurtarıcı beklemek meselesiyse bence göreceli. Mesela benim kurtarıcım tiyatro oldu. İlla erkek olmak zorunda değil ya!

Sizin hikayeleriniz de filmdekilerden farklı değil yani. 
 
Arman: Adanalıyım ben. Küçüklüğümden beri, cinsel yönelimimle de alakalı olarak, asi bir kişiliğim vardı. Ailenin geri kalanından hep farklıydım, ‘çirkin ördek yavrusu’ diyordum kendime ve kuğu olmaya çalışıyordum. Bir gün oynadığım tiyatroyla, bir turne dahilinde İstanbul’a gelmiştim ve buradaki imkanlardan o kadar etkilendim ki, Adana’ya döndüğümde aileme “Ben gidiyorum” dedim. Seks işçiliği mi yapacağım, tiyatro mu yapacağım, oyuncu mu olacağım hiç düşünmeden geldim İstanbul’a.

Daha çok babalarla problem yaşanıyor bu noktada galiba.

Arman: Babalar büyük sorun. Ben hiç babamla bu konuyu konuşmadım, bir yüzleşme yaşamadık yani. 15-16 yıldır da görüşmüyorum babamla zaten. Ataerkil bir toplumda yaşadığımızdan baba için bunu kabul etmek her zaman daha zor oluyor. İlk resmi açılımımı abime yapmıştım ben. Arayıp, abi ben trans geçişimi yaptım dedim, o da bana “İyi düşündün mü, geri dönüşü var mı?” diye sordu. Geri dönüşü var ama ben asla dönmeyeceğim dedim. O da “Ne olursa olsun, kardeşimsin” dedi, ailenin diğer fertleri de aynı şekilde. Bu kararda belki de bana hayır dedikleri anda bir daha beni göremeyecek olmalarını bilmeleri de etkili oldu.

Aileler de çoğu zaman trans olmanın aslında ne demek olduğunu bilmiyorlar değil mi? 
 
Arman: Aslında evet, bizde öyle bir durum olduğunu fark etmiştim mesela ben. Baktım ki bilmiyorlar, en küçük yeğenimden anneanneme kadar herkesi karşıma alıp dedim ki, biz televizyonda gördükleriniz değiliz. Transseksüellik budur, bunları bunları yaşadım, yaşıyorum. Soracağınız bir şey varsa sorun şimdi cevaplayayım, yoksa bir daha da bu konuyu konuşmak istemiyorum. Gerçekten de o gün oturup konuştuk ve bir daha da konuyu açmadık. Aileler için büyük travma evet, ama trans bireyler de bu travmayı yaşıyor, üstelik de yalnız başlarına yaşıyorlar bunu. Sırf bu yüzden intihar eden, küçücük transseksüel çocuklar var, bu unutulmamalı.

Filme dönelim, çekimler nasıl geçti, zorlandığınız zamanlar oldu mu? 

Arman: Başımıza şöyle bir şey geldi: Bizim çekim yaptığımız sokakta bir bar vardı, onlardan bir sahne için müziğin sesini kısmalarını rica ettik. İçeride hiç müşteri olmamasına rağmen kısmadılar ve para istediler bizden bunun için. Sonra da hiç susmadan devam ettiler şarkı söylemeye. İki üç gün böyle sürdü bu. Sahneyi oradan alıp başka yere taşımak zorunda kaldık, ama ben de oraya bir tane ışık koydurdum, orada çekim yapmayacağımız halde yapıyoruz zannetsinler, hiç susmasınlar ve yorulsunlar istedim çünkü kötü davrandılar bize.

Geçen sene bir nefret cinayetine kurban giden Çağla’nın kıyafetleri de kullanılmış filmde. 

Arman: Mavi rolündeki Buse Kılıçkaya’nın bu filmde oynama şartıydı bu: “Ben oynarsam, nefret cinayetlerine kurban giden transseksüeller için oynarım” demişti. O arada da maalesef bir talihsizlik oldu, Çağla’yı kaybettik. Çağla’nın kıyafetlerini de Buse getirdi sete.

‘Teslimiyet’, başrollerinde transseksüel oyuncuların rol aldığı ilk film ve bu açıdan özel bir film değil mi?

Arman: ‘Teslimiyet’ ilk kez, hakkımızda gerçek anlamda bir şeyler anlatan bir film. İçeriden bakan, gerçeği yansıtan bir film, bu yüzden de çok önemli bence. Bir de, en basitinden şöyle bir örnek vereyim, ben bir LGBTT aktivistiyim, orada yapılan organizasyonlarda bile ‘Transamerica’ ya da ‘Lola and Billy the Kid’ izleniyor ama artık bir Türk filmi de izlenebilecek. Kendimizden bir şeyimiz var artık, kendi filmimiz bu bizim.

Filmin, LGBTT bireyleri topluma doğru tanıtacağı konusunda hemfikirsiniz. 
 
Arman: Herkesi boşverin, LGBTT bireyler bazı şeyleri öğrense böyle filmlerle yeter, çünkü bu ülkede maalesef transseksüel olup transfobik olan, homoseksüel olup transfobik olan insanlar var. Transfobimiz o kadar büyük ki! Bunda da medyanın bence çok büyük suçu var. Yıllarca, ‘travesti dehşeti’ başlıklı haberler izledik, okuduk. Tamam, o görüntülerdeki insanlar çileden çıkıp o hale gelmişler doğru, ama bir de gazetelerin üçüncü sayfalarına bir bakmak lazım; hiç mi ‘heteroseksüel dehşeti’ yok? Ama o kadar önyargılıyız ki! Ve aslında esas nokta şu: Karşımızdaki kişinin insan olduğunu unutuyoruz bazen.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder